Kalkınma, eğitim ve halkın yaşam kalitesinin artırılması için yıllarca yoğun bir şekilde çalışan İsa Küçük, görev aldığı her bölgede iz bırakan projelere imza attı. Muğla’nın Marmaris Kaymakamlığı sırasında, bölgesel turizmin küresel ölçekte gelişmesi için yaptığı çalışmalarla dikkat çeken Küçük, Marmaris’i bir "dünya şehri" haline getirme vizyonuyla, Turizm Bakanlığı tarafından takdirname ile ödüllendirildi. Kitapları ve özellikle Halet Abla Destan’ı ile gönüllere taht kuran yeni yazdığı kısa öykü; “Harbe Giden Sarı Saçlı Çocuk” YENİSAYFA sayfalarında.
İsa Küçük’ün başarısı, sadece turizm alanında değil, aynı zamanda bölgenin genel kalkınmasına katkı sağlayan projelerinin de bir yansımasıydı.
EĞİTİM ALANINA BÜYÜK EMEK VERDİ
Küçük, Vali olarak görev yaptığı Osmaniye ve Bartın illerinde de kalkınma, eğitim, çevre koruma ve kültürel mirası yaşatma konularına büyük önem verdi. Eğitim alanında yaptığı yatırımlar ve sanayileşmeye yönelik atılacak adımlar konusunda yerel yönetimler ve halkla işbirliği içinde çözümler geliştirdi. Kültür ve tarihi değerlerin korunması konusundaki hassasiyeti, her iki ilde de önemli projelerin hayata geçmesini sağladı. Bu süreçte, sorunun tüm taraflarını bir araya getirerek, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılmasında önemli bir rol oynadı.
Hem kişisel bir yolculuk hem de toplumsal değişim üzerine derinlemesine bir bakış sunan eser, eğitim, kültür ve kalkınma alanında önemli bir kaynak olma niteliği taşıyor.
Küçük’ün güzel öyküsü ile sizleri baş başa bırakıyoruz.
DÜN BU VAKİT
Orhan Veli’nin şiirini İngilizceye çevirecek birini bulamamışlar. Üzgünmüş Füruzan, dert gelip kendisini bulmuş. “Rahatsız oldum” demişti telefonda. Dün mektubu geldi; Hâl-hatır sorduktan sonra, “video kaydına göz atarsan sevinirim” diyerek bitirmiş sitemini. Zarfın içindeki CD’de o toplantının görüntülerini göndermiş.
Sadece sitem yok mektubunda, kendi düşüncelerini de yazmış: Şiir çevirmek “Yes, Please” demeye benzemezmiş. Her sesin bir harfi, her harfin bir anlamı, her anlamın bir sahibi olurmuş şiirde. Hangi dile çevrilirse çevrilsin, şairin dediği tam olarak çevrilemez, şiir yeniden yazılırmış. Öyle işitmiş öğretmenlerinden. Hem şairini, yaşamını, dünyaya bakışını bilmeden şiirini kim nasıl çevirebilirmiş. “Biz burada bunları tartışıyoruz, sen ne dersin?” demiş ve “vaktin olur, fırsat bulursan, soruver bakalım, huri ve melekler ne diyor bu işe?” diyerek sonlandırmış mektubunu.
BENİM HURİ VE MELEKLERLE NE İŞİM OLABİLİR YAHUT ONLARIN BENİMLE?
Görüntüler, belediye başkanın konuşmasıyla başlıyor; sözlerinin sonunda, eliyle sağ tarafındaki tahtayı gösterip “Kaymakam, bu şiirin İngilizceye çevrilerek bir tabelaya yazdırılıp şehir çıkışında uygun bir yere diktirilmesini istedi. Ben de ‘olur’ dedim. Şimdi bu işi kime yaptıralım, tabelayı nereye dikelim? Bu konuda görüşlerinizi almak istiyorum” dedikten sonra kahvesinden nefes alır gibi bir yudum içiyor, “buyrun söz sizin” diyerek eliyle önünde oturanları işaret ediyor. Görevlilerden biri ön sırada oturan saçlarını sıfır numara kazıtmış gence mikrofonu veriyor.
- “Sayın başkan, bir konuya dikkat çekmek isterim: Şiirin İngilizceye çevrilmesi düşünülüyor da diğer diller niçin yok sayılıyor. Bu yanlıştır. Buraya, bu cennete dünyanın her yerinden insan geldiğine göre her dile çevrilip asılmalı şiir.”
Duvar dibinde oturanlardan birinden itiraz yükseliyor; “Olacak şey mi efendim; padişah fermanını geçer, öyle uzun şeyi kim okur?”
Başkan, “Evet, uzun olur. İngilizce, Almanca ve Rusça yeterlidir bana göre.”
“Peki, üç dil yeterli sayalım. Fakat beyler, şiirde gördüğüm kadarıyla harp sözcüğü geçiyor. Almanlarla Ruslar, dünyanın en büyük savaşında karşı karşıya gelip birbirlerini öldürmüşlerdir. Turizm, barış demektir. Turizm ve harp, yan yana hiç gelmeyecek iki sözcük değil mi?”
-“Abi şimdi de savaşıyor bunlar. Bence harp sözcüğünün geçmesinde sakınca yok, hatta tam zamanıdır bu şiirin Rusça olarak yazılması. Ukraynalılar ve Ruslar okuyup ağlasınlar hallerine!”
GÜLE GÜLE DEMEKTEN ÇOK DAHA ANLAMLI
Saçları ağarmış, şişman, iyi giyimli biri yavaşça ayağa kalkarak önceki konuşmacının adını vererek konuşuyor; “Arif Bey doğru söylüyor. Asıl onlar için gerekli bu şiir. ‘Gene böyle güzel dön.’ Güle güle demekten çok daha anlamlı.”
-“Fuarlarda o kadar para harcıyoruz, inanın şu iki satırlık şiir çok daha fazlasını başarır. Şiire bakın hem güle güle hem yine bekleriz, demiş oluyoruz.”
“Benim önerim şiirin Türkçe olarak da yazılması. Mesajı kendi vatandaşımıza da verelim. Onlar da para harcıyorlar, turistten daha fazla harcıyorlar. Türkçe yazalım derim...”
-“Arif Bey’in bu önerisini kabul ediyorum” diyor başkan, kısa süreli sessizlik oluyor. Az önce konuşan iyi giyimli şişman üye, “Bu tercüme işinin en iyisini üniversiteler yapar. Bir hoca tutalım danışman olarak. Ne derlerse...”
Başkan itiraz ediyor; “Üniversiteyi bu işe karıştırmayalım arkadaşlar. Adamlar, kent mobilyası diye bula bula padişah heykeli buldular. Padişah kim? Turistlerle savaşmış, pardon yani dedeleriyle savaşmış kumandan. Bak yine harp meselesi çıktı karşımıza…”
GÖRÜNTÜLERİN BURASINDA UĞULTU YÜKSELİYOR
Konuşmalar anlaşılmıyor tam olarak. Kamera salondakilerin üzerinde gezindikten sonra Belediye Başkanı görüntüye giriyor, elindeki kalemi masadaki bardağa vuruyor. Çın, çın, çın. Bunu yaparken karşısında oturanların yüzünde hızlıca gezdiriyor bakışlarını, “Konu dağıldı, üniversiteyi geçelim, sadede gelelim arkadaşlar. Orhan Veli’nin bu şiirini kentimize gelen turistler için tercüme yaptırıp, dönüş yolunda her turistin görüp okuyacağı bir yere tabela mı yoksa ışıklı billboard yapıp assak mı? (Başkan bunu söylerken huzursuz, ‘kızım doğru söyledim mi’ diyerek yanında oturan encümen katibine soruyor. Genç yazman yineliyor sözcüğü, ‘bilbord’ ‘doğru söylediniz efendim!’)
-“Bilbord işini nereden çıkarıyorsunuz efendim, dakikasında taşlarlar vallahi. Her gün yenisini yaptırmak gerekir. Tabela yeterlidir. Yapalım bitsin bu iş.”
-“Evet, ne diyorsunuz arkadaşlar?”
-“Efendim, izninizle bir önerim var: Baştaki, “Harbe giden sarı saçlı çocuk!” cümlesi kaldırılsın. Harp sözcüğü insanları ürkütüp korkutur. “Yine böyle güzel dön/Dudaklarında deniz kokusu/ kirpiklerinde tuz” Bu üç dizeyi yazalım yeter.”
-“Şairin eserine saygısızlık olur, buna hakkımız olmadığını düşünüyorum.” Görüntüde yok ama bu Füruzan’ın sesi. Onun sesini tanıyorum.
-“Neden olmasın, kaldırılınca anlam bozulmuyor, bakın, hatta daha güzel oluyor:” Tahtada yazılı şiirin son üç dizesini okuyor Başkan;
“Gene böyle güzel dön;
Dudaklarında deniz kokusu,
Kirpiklerinde tuz;”
O GÜZEL DÖNMELİ, YANİ ÖLMEMELİ
Ceketsiz, gömlek kravatlı genç bir söz alıyor; “Füruzan Hanım, haklı. Bu şekliyle anlam bütünlüğü kayboluyor. ‘Harbe giden sarı saçlı çocuğa sesleniyoruz biz. O güzel dönmeli. Yani ölmemeli.”
-“Üstadım yanılıyorsunuz. Harp deyince illaki savaş mı anlamak lazım. Hayat bir harp değil mi?”
“Yaşam savaşı” demiyor muyuz? Buraya dinlenmeye gelen insanlar, bütün yıl boyunca yaşamak için savaş vermiyor mu? Gelip burada eğlenip dinlenmek istiyorlar. Burası barışın, sevginin, aşkın şehri. Bir düşünün, bütün bunları bırakıp geri dönüyor. Nereye?Hayat memat savaşına.”
-“Kaymakamın başka işi gücü yok muymuş? Şu işe bak, uğraştığımız işe bak,” diyor, keçi sakallı deri ceket giymiş ince uzun boylu genç. Ceketinin düğmesiyle oynayarak sürdürüyor konuşmasını; “Şiirmiş, şairmiş bize bir faydası var mı? Yok. Bakın, yarın sigorta primlerinin yatırılacak daha siftah yapmadık, ama devlet baba beklemiyor, primler gününde yatacak diyor. Değilse faiz... Şiirin şairin bir faydası yok bize; kim okuyacak sonra, otobüsle geçerken sağda bir tabela. Pır...” Elini sallıyor havada, “boş iş” der gibi.
İNGİLİZCE, ALMANCA VE RUSÇA OLARAK YAZIP ASALIM
Başkan, “Kaymakam’a söz verdim. Bunu İngilizce, Almanca ve Rusça olarak yazıp asalım.”
“Saçma... Bize gülerler vallahi. Kaymakam böyle uçuk kaçık şeylerle meşgul olacağına şehrin trafik meselesini, şu otopark konusunu halletsin. Başkanım birimiz çıkıp söyleyelim bunu lütfen.”
-“Geçenlerde konuyu açtım, ne düşünüyor diye bir sondaj yapayım dedim, anlarsınız yani! ‘Ben çözemem, imar planının işi’ dedi. Sustum, imar planıyla ne ilgisi var? Tam anlamadı mı yoksa işine mi gelmedi ben de anlamadım.”
-“Arkadaşlar konuyu dağıtıp başımıza yeni dertler açmayalım. Şimdi ne yapıyoruz Başkanım? Şehir içine mi dikelim tabelaları yoksa şehir dışına mı? Hangi dilde kaç tane yazdıralım?” diyor toplantının başında söz alan genç.
Salona sonradan geldiğini ve en arka sıraya oturduğunu az önce göstermişti kamera, O üye, güneş gözlüğü saçlarının üzerinde ve yaka bağır açık söz istiyor. Mikrofon ona doğru koşuyor; “Ben tabelaları bizim buralara asmak yerine, havaalanının gidiş salonuna asılmasını öneriyorum. Billboard yapılsın bekleme salonunda her dilde dönsün derim. Daha çarpıcı olur. Turist uçağını beklerken, okur ve aklında kalır.”
“Sayın başkanım, kararı bir sonraki toplantıya ertelemeyi teklif ediyorum. Yeni öneriler olabilir. Belki başka güzel şiirler de vardır. Gelecek toplantıya Kültür Sanat Derneği başkanında çağıralım. Ona da soralım.”
İMAR KOMİSYONUNA HAVALE
Kamera, Başkan’ı eliyle saçlarını düzeltirken yakalıyor, “Yaz kızım; konunun iyi araştırılmadığı anlaşıldığından, gelecek toplantıda karar verilmek üzere imar komisyonuna havalesine karar verilmiştir. Evet diyenler?”
Kamera salona dönüyor, Başkan’ın “Mevcudun ittifakıyla bir sonraki toplantıda görüşülmesine…” sözleriyle görüntü bitiyor.
**
Ne diyeyim Füruzan? Bana göre de billboard yaptırılmalı. Havaalanlarına konulması da doğru. Yol kenarlarındaki yazıları okumak zor. Araçlar bölünmüş yollarda hız yapıyor. Kazalara sebep olabilir. Havaalanı ve billboard meselesini valiliğe intikal ettirin, kendinizi kurtarın bu işten… Sen de biliyorsun; şiirle şarkıyla olacak iş değil bu.
HARBE GİDEN
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Gene böyle güzel dön;
Dudaklarında deniz kokusu,
Kirpiklerinde tuz;
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Orhan VELİ
ESERLERİ
"Geçmemiş Zaman" (2023)
"Sarışın ve Kara" (2019)
"Olympos Mektupları" (2019)
"Başka Şeylerin Şiirleri" (2017)
"Atlas ve Ateş" (2016)
"Bütün Hürriyetler Serbest Bu Akşam" (2011)
"Halet Abla Destanı" (2010)
Editor : Mustafa SARIİPEK (Yayın Danışmanı)