Geçtiğimiz gün Sinan Meydan’ın Sözcü gazetesindeki köşesinde yazdığı “Atatürk’ün Aydınlanma Kurumu-Halkevleri” başlıklı yazısını gördüm. Atatürk’ün büyük zaferden sonra yurtta başlattığı aydınlanma, kalkınma ve kültürel gelişme konusunda yaptığı inkılaplarda halkevlerinin büyük rol oynadığını belirten bu yazıyı büyük bir zevkle okudum. 1940’ta ülke genelinde 141 halk odası açıldığını ve halk evlerinde 9 kol oluşturulduğunu belirtmiş. Bu kolları da şöyle sıralamış:
- Dil, edebiyat, tarih
- Güzel sanatlar
- Temsil (tiyatro, seyirlik oyunlar)
- Spor
- Sosyal yardım
- Halk dershaneleri ve kurslar
- Kütüphane ve yayın
- Köycülük
- Müze ve sergi
Üstelik her halkevinin bu 9 faaliyet alanının en az 3’ünde örgütlenmesi gerekiyordu.
Bu faaliyetlerin niçin mucizevi olduğunu 1939- 1945 yıllarının ikinci dünya savaşı yılları olduğunu belirterek anlatalım. Bir toplum düşünün: 1914- 1918 1.Dünya savaşında başrol oynamış; can, mal kayıpları bir yana psikolojik olarak da yıkım yaşamış. 1923’te buna rağmen küllerinden doğmayı başarmış bir toplum. Ardından İkinci Dünya Savaşının getirdiği ekonomik yıkımdan da payını almış. Ve bu savaş başladıktan bir yıl sonra ülke genelinde yukarıda belirttiğim 9 koldan aydınlanmaya adanmış bir toplum. İşte bu mucizedir. Bu mucizenin mimarı: Mustafa Kemal Atatürk ve onun ışığıyla yol alan Türk halkıdır.
1930’lu yıllarda bu çalışmaların içerisinde Marmaris de vardı ben o zaman çocuktum; hatırladığım kadarıyla burada da halkevi açılmıştı. Marmaris Halkevi’nin açılış tarihi kaynaklarda 19 Şubat 1939 olarak belirtilmiş.
Bina yapılırken bu gelişmeyi merakla izliyorduk. Burayı önce halk evi lokali olarak öğretmenler, devlet memurları kullanmaya başladı. Yaşımız küçük olduğu için biz içeri giremiyorduk, yaşımız büyüyünce biz de uğramaya başladık. Eşimle nişanımız da burada oldu. Nişan yüzüklerimizi merhum Fethi Işıksal ve eşi Keriman Işıksal takmıştı. Yerinin de şimdiki Ziraat Bankası olduğunu hatırlıyorum. Daha sonra burası banka ve lojmana dönüştü. Vali Recai Güreli zamanında yapılan bugünkü kaymakamlık binası üst katında sahne kurularak tiyatro çalışmaları ve gösterileri yapıldı. Bu, Marmaris için çok büyük bir değişiklikti. Bugün hemen bütün otellerin konferans salonu var, her ilçede sinema salonları, dans gösterisi yapılabilecek sahneler, konser alanları, kültür merkezleri var. Bu nesil belki bu nedenle halkevlerinin işlevini çok da anlayamayacaktır. Ancak bizim kuşak için -ki bu kuşak toplam nüfusun %10’unun bile okur yazar olmadığı, aklın ve bilimin değil hurafelerin ve cehaletin egemen olduğu bir toplumda yaşıyordu- bu değişim akıl almazdı. İşte bu nostaljiyi yaparken kendimi bir kez daha Atatürk’e minnet duyarken buldum.
İlkokul son sınıfta iken harp yıllarını hayal meyal hatırlıyorum. Ziraat Bankasının arka sokağında bir kitapçı vardı: sahibi de Bekir Hoca. Kendisini bu vesileyle rahmetle anıyorum. Düşünün ki tüm Marmaris’te bir tek buradan kitap alınabiliyordu. Kira kontratları gibi resmi evrakları matbu halde buradan alırdık. Savaşın etkisini hissetmeye başlamıştık: yiyecek fiyatları çok artmıştı üstelik çoğu temel gıda bulunamıyordu da. Gazyağı, şeker gibi ürünler vesika ile alınabiliyordu. Şimdi savaşı bilgisayar oyunu gibi gören bu kuşak bunları bilmeli. Çünkü aslında neye sahip olduğumuz değil sahip olduklarımızı nasıl kullandığımız önemli. Mesele kaç konser salonu, sinema salonu, kitapçı, okul sahibi olduğumuz değildir. Bugünün çocuklarının -bizim sahip olduğumuz- Atatürk aydınlanma modeline ayak uydurup uyduramadıklarıdır. Halkevlerinin bu motivasyonu sağladığı ve buna rağmen kapatıldığı düşünülürse bunun yerine geçebilecek bir modeli eğitimcilerimiz bulmalıdır.
Bu yazıyı yazarken Rusya’nın Ukrayna’ya saldırdığını öğrendik. Umarım bu kriz bizi gelişecek olaylarla, ekonomik, siyasi, psikolojik yönden çok sarsmaz. Marmaris turizminin büyük bir bölümünün Rus ve Ukraynalı turistlerden oluştuğu düşünülürse bizi zor bir sürecin beklediği aşikâr. Daha da endişe verici olan bu krizin bir dünya savaşına yol açabilecek olmasıdır.
Atatürk:” Savaş zorunlu değilse cinayettir.”derken sanki yine sonsuzluktan bize sesleniyor. Cumhurbaşkanı olmakla lider olmak arasındaki fark işte budur. Umarım dünya Atatürk gibi liderlerin daha çok olduğu bir yer haline gelir.